Bu Blogda Ara

15 Ocak 2014 Çarşamba

KÜRESELLEŞME VE ORYANTALİZM


                            KÜRESELLEŞME VE ORYANTALİZM

Küreselleşme dediğimizde herkesin aklına gelen farklı bir tanım vardır. Genelde insanların düşündükleri dünya  hakimiyetini isteyen birinci sınıf ülkelerin az gelişmiş ülkelerin kendi çıkarları, görüşleri doğrultusunda maddi manevi sömürüyor olmasıdır. Bu kavram nedense 2. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Daha öncesinde yok muydu peki? Küreselleşme, kapitalizm uğruna 1. Dünya Savaşında sömürülen Osmanlılar,  Almanlar,Bulgarlar ve bir çok millet-devlet bu kategoride değiller miydi ? Ya da daha eskilere gidelim; sanayi devrimi veya gezginlerin Amerika , Hindistan keşifleri.Buradan çıkarabileceğimiz sonuç küreselleşmenin sadece 2.Dünya savaşından sonra ortaya atılmış bir olgu ve aynı zamanda da doğrudan ekonomik şekilde olmadığıdır. Genel anlamı ile ; Küreselleşme maddi-manevi değerlerin ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmasıdır. Ekonomiden siyasete, siyasetten toplumsal ve kültürel alanlara kadar etkisi vardır. Dile getirmek istediğim nokta küreselleşmenin toplumsal ve kültürel alanı üzerine yoğunlaşmak olacaktır. Çünkü mevcut düzenle birlikte gelişen ekonomik , siyasi sistemler küreselleşen dünyada toplumları ve kültürleri etkilemektedir ve toplumlar hızlı bir şekilde değişime uğramaktadır. Amacımız bu toplumsal değişmenin dünyada nasıl başladığını, Türkiye’deki ulusal kürüselleşmeyi ve Ab ilişkilerinin bir oryantalizm değerlendirmesi şeklinde önemi olacaktır.
Esinlendiğim kitap olan Edward Said’in “Oryantalizm” kitabı bir nevi toplumsal ve kültürel emperyalizmin önemini vurgulamaktadır. Oryantalizm ile küreselleşmeyi ilişkilendirdiğimizde , toplumsal ve kültürel olarak neden-sonuç ilişkisine ulaşabiliriz. Şarkiyatçılık olmadan toplumsal ve kültürel küreselleşme olabilir miydi veya hakkında daha fazla söz söylenebilir miydi ? Batı toplumu doğuya merak duymasaydı , ekonomik bir sömürü olarak görmeseydi bu kavram da ortaya çıkmayacaktı.Peki batılı devletler neden doğunun toplumunu ekonomik sömürgeden ziyade incelemeye aldı. Batı devletlerin kendi zayıf yönlerini gizlemek veya bulmak, doğulu korkusu veya farklı bir durum mu söz konusuydu?
18.yy’da genellikle batılı aydınlar, doğunun kültürünün Hristiyan batı kültürü karşısında üstün olduğunu savunuyorlardı. En önemli nedenlerden biri de din faktörüydü. İslamın Hristiyanlığa göre daha hoşgörülü olması veya koloniye dahil edilmeye çalışılan Hindistan’daki statik-yozlaşmış yapının nasıl olduğunun merak edilmesi, toplumsal ve kültürel araştırmaların yapılmasına sebep olmuş ve toplumsal kültürel küreselleşmeyi başlatmıştır. Bu duruma bir örnek daha verecek olursak; kilisenin önemini yitirmiş olması, kilisenin bir nevi hristiyanların farklı din arayışı içine girecek korkusu ve doğuda din birliğinin, yayılmacı din politikasının olmasını gösterebiliriz. Tabi toplumsal ve kültürel araştırmalara gidilmesinin ve doğuya kültürel bir bakış açısı getirmesi tek din kaynaklıda değildir. Burada devreye “beyaz kadın” girmektedir.
Kadınların egzoteik ve hakimiyet altına alınmaya istekli olması, harem kültürünün batıya göre farklı karşılanması, erkeğin ise kadına “sapıkça” bakması bu süreci hızlandırmıştır.
             Araştırmalar yapıldıkça bazı fikirlerde kristalleşiyordu. Bunlar doğunun şehvet düşkünlüğü, despotluk eğilimi , sapık zihniyet, yanlış gözlem ve hafıza geriliğiydi. Kısacası doğuya bir zaaf atfedilmekteydi. Şark-Doğu denilince neredeyse akla sadece bir erkeklik alemi, kadınlığın erkeklerin yarattıkları bir kavram olduğu düşünülüyordu.
            Başka bir bakış açısı da, her toplumda kabul gören “ herkes kendi tarihini kendi oluşturur” düşüncesidir. Bu düşünceye göre batılıların,  doğu toplumunun geri kalmışlığını , kültürel geriliğini kendi çıkarlarına göre yazıp çizmeleri sadece bir yanlılıktan ibarettir. Oryantalizm kavramı ortaya çıkarken doğudaki zenginliklerden bahsetmemek bu yanlı durumunda apaçık bir örneğidir. Batılının kafasında geride kalmış bir doğu yaratmaktır. Görüldüğü gibi, size göre doğru olan başkasına göre doğru olmayabilir.Bu durumu da doğru veya yanlış olarak kabul edemeyiz.
Küresel sömürgeyle gelen durum bu şekilde olunca tepki olarak önyargıları kırmak amacıyla “Oksidentalizm” terimi üretilmiş , aslında batının öne sürdüğü , zaten doğrulanamayacak hipotezleri bir nevi doğrulamış olarak görüyorum. Çünkü ortada herkese göre farklılık gösteren olgular dilden dile dolaşırken bu önyargıları kırmaya çalışarak da önyargıları kabul etmiş olunuyor. Bu önyargıları kırmak yerine Oksidantalistler, doğu hakkında bilinen , bilindiği sanılan önyargılar yerine batının doğudan aldıkları icatları , kültürleri ve güzellikleri savunsalardı günümüzde oryantalizm doğunun kültürel emperyalizmi altında ezilen topluluklar, kültürler olduğunu değil batının çıkarlarına sebep olan kültürlerin birleşmesine ,gelişmesine kaynak olacak bir kavram olabilirdi.
            Oryantalizm kavramının birazda Türkiye gerçekleri üzerine tartışmak gerekir. Küreselleşmeyi Türkiye üzerine örneklersek;Türkiye’ninde çok kültürlü bir yapıya sahip olmasından dolayı doğu-batı sentezi yapılabilir.Öncelikle Edward Said’in tüm hayatını bir batılı gibi yaşaması tüm batı kültürlerini görmesi,onlara sahip olması kendisini tam anlamıyla bir batılı yapmamıştır.Çünkü onun bir kökeni vardır ve o bir doğuludur. En iyi batılının yaptığının daha iyisini de yapsa o hep bir doğulu kalacaktır ve batının gözündeki ön yargı hep sürecektir. Ülkemizde de böyle değil mi ? Acaba batıda yaşayanlar veya batılılar Doğu Anadolu’yu , Güney Doğu Anadolu’yu hep bir önyargıyla  mı görecektir.Türkiye üzerinde ulusal küreselleşmeyi düşündüğümüzde ; dini açıdan çok fazla küresel yapı bulunmasa da etnik ve kültür farklılıkları açısından küresel bir Türkiye karşımıza çıkar. Doğruluklar tartışılır.
Batıda bir ailenin bir-iki çocuğunun olması , doğudaki ailenin altı-yedi hatta onu bulması batılının gözünde doğuluyu hep bilinçsiz gösterir.Ama bilinmez ki coğrafi yaşamın zorlukları batılıya göre bu bilinçsizliği beraberinde getirmiştir.Örnek olarak %90 doğu nüfusunun hayvancılıkla tarımla hayatlarını ikame ettirmesi daha fazla insan gücüne ihtiyaç duydurmuş ve kalabalıklaşma bu şekilde sağlanmıştır. Bu durumdan kaynaklı diğer bir ötekileştirme ; Batılının gözünde ailevi yapı- yapılanma küçük çaptadır ve aidiyet duygusu , akrabalık yapıları çok fazla gelişmemiştir.Doğuda ise tam aksine birliktelik gelişmiş ve Osmanlı’dan beri süregelmiş bir gelenek olmuştur. Bu yapılanmaya karşı olan cinayetler , töre olgusu batılı tarafından yanlış anlaşılmaya sebep olmuştur. Tabi ki ; İnsan öldürmenin doğru bir tarafı yoktur ama her ötekinin geleneği herkese göre farklı yorumlanabilmektedir. Bunun gibi sayabileceğimiz bir çok olay olgu daha vardır.Genç kızların genç yaşta evlendirilmesi, terör olaylarının artışı ve doğuda yaşanması, çok eşlilik vb...  Daha önce küresel örnekte verdiğimiz gibi her kültür kendi arz talebini yaratıyor ve ön yargılara sebep olabiliyor. Türkiye’de bir doğulu her ne kadar eski dönemlerdeki kadar olmasa da ötekileştirilebiliyor. Said örneğindeki gibi doğudan göç etse de, adı her zaman doğulu kalıyor. Türkiye’de gözlemlediğim bir oksidentalizm oluşturamıyor. Çünkü doğudan alınabilecek tek olgunun yemek kültürü olduğunu düşünüyorum. Belki benim içinde doğuda yaşamadığım için , Said’e yapılan önyargıların kafamda oluşmuş Türkiye doğusudur.
Değinmek istediğim diğer bir konu ise Türkiye üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılan Avrupa Birliği “Oryantalizmi”dir. 1940’lı yıllardan beri süregelmiş sürekli AB’ye gireceğiz iddiasıyla Türkiye’deki etnik, kültürel , siyasi ve ekonomik yapıya karışılan, günümüzde de devam eden bir süreçtir.
Tüm güçlerin ( genellikle ekonomik) birlikte olduğu düşünülen Avrupa Birliğinde kendi organizmalarını bir bir Türkiye’ye uygulanmaktadır.  Bunlardan bir kaçı; siyasette demokrasi paketleri, ekonomide yenilenme çabaları, etnik açıdan sürekli azınlıklara sağlanmaya çalışılan haklar hatta dükkan tabelalarının indirilip yenilenmesi hatta ve hatta kokoreçin AB’ye girdikten sonra kaldırılmasına karışılmaktadır.
Küreselleştirmenin getirdiği yenilik ve yaptırımlarla sözde Avrupai bir ülke yaratılmaya çalışılmaktadır.Avrupa Birliğine üye olduğumuzu varsaysak da gözlerinde hep doğulu kalacağız. Tabi bu sadece bir varsayımdır. Nedeni ise ; saat 10’a kadar içki satışının olması, kızlı erkekli aynı evde yaşanılamaması gibi durumlar Avrupa Birliği kriterlerine ne kadar uygun olur bunu bilemeyiz, tartışılacak bir konudur. Sonuç olarak etnik , kültürel bir olgu bir yana ekonomik ilişkiler ülke çıkarları bu sürece karar verecektir. Bunlar birkaç sebeptir. Bunların altında yatan gerçek isteklerde daha ağır bir sömürüye zemin hazırlamaktadır.
            AB açısından bu süreci değiştirmenin tek bir yolu vardır. Türkiye’nin AB’nin tüm küresel sömürülerine ayak uydurmasıdır. Tam bir küresel sömürünün gerçekleşmesi için de “Ay yıldızdan vazgeçmek” bir nevi islamiyeti çağrıştırdığı için,  Egemenlikten vazgeçmek bir nevi “ Egemenlik kayıtsız şartsız Avrupa Birliğinindir” düşüncesi yaratmak, Tüm hukuku Avrupa Birliğine göre yaratmak. Daha ince düşünmek gerekirse de ; Ermeni Soykırımını kabul ettirmek, Doğuda bir Kürt Özerk Devleti kurmadan AB’ye almamak, Güney Doğuyu İsrail'e bırakmak denilebilir.
            Kısaca AB’nin bu düşünceleri küreselleşen dünyada direk olarak Türkiye’yi bölme uğraşlarını dile getirdiğini düşünebiliriz. Oryantalizmle düşünürsek de; AB’nin gözünde Türkiye hep bir doğulu kalacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder