KÜRESELLEŞME VE ORYANTALİZM
Küreselleşme
dediğimizde herkesin aklına gelen farklı bir tanım vardır. Genelde insanların
düşündükleri dünya hakimiyetini isteyen
birinci sınıf ülkelerin az gelişmiş ülkelerin kendi çıkarları, görüşleri
doğrultusunda maddi manevi sömürüyor olmasıdır. Bu kavram nedense 2. Dünya
Savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Daha öncesinde yok muydu peki? Küreselleşme,
kapitalizm uğruna 1. Dünya Savaşında sömürülen Osmanlılar, Almanlar,Bulgarlar ve bir çok millet-devlet
bu kategoride değiller miydi ? Ya da daha eskilere gidelim; sanayi devrimi veya
gezginlerin Amerika , Hindistan keşifleri.Buradan çıkarabileceğimiz sonuç
küreselleşmenin sadece 2.Dünya savaşından sonra ortaya atılmış bir olgu ve aynı
zamanda da doğrudan ekonomik şekilde olmadığıdır. Genel anlamı ile ;
Küreselleşme maddi-manevi değerlerin ulusal sınırları aşarak dünya çapında
yayılmasıdır. Ekonomiden siyasete, siyasetten toplumsal ve kültürel alanlara
kadar etkisi vardır. Dile getirmek istediğim nokta küreselleşmenin toplumsal ve
kültürel alanı üzerine yoğunlaşmak olacaktır. Çünkü mevcut düzenle birlikte
gelişen ekonomik , siyasi sistemler küreselleşen dünyada toplumları ve
kültürleri etkilemektedir ve toplumlar hızlı bir şekilde değişime uğramaktadır.
Amacımız bu toplumsal değişmenin dünyada nasıl başladığını, Türkiye’deki ulusal
kürüselleşmeyi ve Ab ilişkilerinin bir oryantalizm değerlendirmesi şeklinde
önemi olacaktır.
Esinlendiğim kitap olan
Edward Said’in “Oryantalizm” kitabı bir nevi toplumsal ve kültürel emperyalizmin
önemini vurgulamaktadır. Oryantalizm ile küreselleşmeyi ilişkilendirdiğimizde ,
toplumsal ve kültürel olarak neden-sonuç ilişkisine ulaşabiliriz. Şarkiyatçılık
olmadan toplumsal ve kültürel küreselleşme olabilir miydi veya hakkında daha
fazla söz söylenebilir miydi ? Batı toplumu doğuya merak duymasaydı , ekonomik
bir sömürü olarak görmeseydi bu kavram da ortaya çıkmayacaktı.Peki batılı
devletler neden doğunun toplumunu ekonomik sömürgeden ziyade incelemeye aldı.
Batı devletlerin kendi zayıf yönlerini gizlemek veya bulmak, doğulu korkusu
veya farklı bir durum mu söz konusuydu?
18.yy’da genellikle batılı aydınlar, doğunun kültürünün Hristiyan batı
kültürü karşısında üstün olduğunu savunuyorlardı. En önemli nedenlerden biri de
din faktörüydü. İslamın Hristiyanlığa göre daha hoşgörülü olması veya koloniye
dahil edilmeye çalışılan Hindistan’daki statik-yozlaşmış yapının nasıl
olduğunun merak edilmesi, toplumsal ve kültürel araştırmaların yapılmasına
sebep olmuş ve toplumsal kültürel küreselleşmeyi başlatmıştır. Bu duruma bir
örnek daha verecek olursak; kilisenin önemini yitirmiş olması, kilisenin bir
nevi hristiyanların farklı din arayışı içine girecek korkusu ve doğuda din
birliğinin, yayılmacı din politikasının olmasını gösterebiliriz. Tabi toplumsal
ve kültürel araştırmalara gidilmesinin ve doğuya kültürel bir bakış açısı
getirmesi tek din kaynaklıda değildir. Burada devreye “beyaz kadın”
girmektedir.
Kadınların egzoteik ve
hakimiyet altına alınmaya istekli olması, harem kültürünün batıya göre farklı karşılanması,
erkeğin ise kadına “sapıkça” bakması bu süreci hızlandırmıştır.
Araştırmalar yapıldıkça bazı
fikirlerde kristalleşiyordu. Bunlar doğunun şehvet düşkünlüğü, despotluk
eğilimi , sapık zihniyet, yanlış gözlem ve hafıza geriliğiydi. Kısacası doğuya
bir zaaf atfedilmekteydi. Şark-Doğu denilince neredeyse akla sadece bir
erkeklik alemi, kadınlığın erkeklerin yarattıkları bir kavram olduğu
düşünülüyordu.
Başka bir
bakış açısı da, her toplumda kabul gören “ herkes kendi tarihini kendi
oluşturur” düşüncesidir. Bu düşünceye göre batılıların, doğu toplumunun geri kalmışlığını , kültürel
geriliğini kendi çıkarlarına göre yazıp çizmeleri sadece bir yanlılıktan
ibarettir. Oryantalizm kavramı ortaya çıkarken doğudaki zenginliklerden
bahsetmemek bu yanlı durumunda apaçık bir örneğidir. Batılının kafasında geride
kalmış bir doğu yaratmaktır. Görüldüğü gibi, size göre doğru olan başkasına
göre doğru olmayabilir.Bu durumu da doğru veya yanlış olarak kabul edemeyiz.
Küresel sömürgeyle gelen
durum bu şekilde olunca tepki olarak önyargıları kırmak amacıyla
“Oksidentalizm” terimi üretilmiş , aslında batının öne sürdüğü , zaten
doğrulanamayacak hipotezleri bir nevi doğrulamış olarak görüyorum. Çünkü ortada
herkese göre farklılık gösteren olgular dilden dile dolaşırken bu önyargıları
kırmaya çalışarak da önyargıları kabul etmiş olunuyor. Bu önyargıları kırmak
yerine Oksidantalistler, doğu hakkında bilinen , bilindiği sanılan önyargılar
yerine batının doğudan aldıkları icatları , kültürleri ve güzellikleri savunsalardı
günümüzde oryantalizm doğunun kültürel emperyalizmi altında ezilen topluluklar,
kültürler olduğunu değil batının çıkarlarına sebep olan kültürlerin
birleşmesine ,gelişmesine kaynak olacak bir kavram olabilirdi.
Oryantalizm
kavramının birazda Türkiye gerçekleri üzerine tartışmak gerekir. Küreselleşmeyi
Türkiye üzerine örneklersek;Türkiye’ninde çok kültürlü bir yapıya sahip
olmasından dolayı doğu-batı sentezi yapılabilir.Öncelikle Edward Said’in tüm
hayatını bir batılı gibi yaşaması tüm batı kültürlerini görmesi,onlara sahip
olması kendisini tam anlamıyla bir batılı yapmamıştır.Çünkü onun bir kökeni
vardır ve o bir doğuludur. En iyi batılının yaptığının daha iyisini de yapsa o
hep bir doğulu kalacaktır ve batının gözündeki ön yargı hep sürecektir. Ülkemizde
de böyle değil mi ? Acaba batıda yaşayanlar veya batılılar Doğu Anadolu’yu ,
Güney Doğu Anadolu’yu hep bir önyargıyla
mı görecektir.Türkiye üzerinde ulusal küreselleşmeyi düşündüğümüzde ;
dini açıdan çok fazla küresel yapı bulunmasa da etnik ve kültür farklılıkları
açısından küresel bir Türkiye karşımıza çıkar. Doğruluklar tartışılır.
Batıda bir ailenin bir-iki çocuğunun olması , doğudaki ailenin
altı-yedi hatta onu bulması batılının gözünde doğuluyu hep bilinçsiz
gösterir.Ama bilinmez ki coğrafi yaşamın zorlukları batılıya göre bu
bilinçsizliği beraberinde getirmiştir.Örnek olarak %90 doğu nüfusunun
hayvancılıkla tarımla hayatlarını ikame ettirmesi daha fazla insan gücüne
ihtiyaç duydurmuş ve kalabalıklaşma bu şekilde sağlanmıştır. Bu durumdan
kaynaklı diğer bir ötekileştirme ; Batılının gözünde ailevi yapı- yapılanma
küçük çaptadır ve aidiyet duygusu , akrabalık yapıları çok fazla
gelişmemiştir.Doğuda ise tam aksine birliktelik gelişmiş ve Osmanlı’dan beri
süregelmiş bir gelenek olmuştur. Bu yapılanmaya karşı olan cinayetler , töre
olgusu batılı tarafından yanlış anlaşılmaya sebep olmuştur. Tabi ki ; İnsan
öldürmenin doğru bir tarafı yoktur ama her ötekinin geleneği herkese göre
farklı yorumlanabilmektedir. Bunun gibi sayabileceğimiz bir çok olay olgu daha
vardır.Genç kızların genç yaşta evlendirilmesi, terör olaylarının artışı ve
doğuda yaşanması, çok eşlilik vb...
Daha önce küresel örnekte verdiğimiz gibi her kültür kendi arz talebini
yaratıyor ve ön yargılara sebep olabiliyor. Türkiye’de bir doğulu her ne kadar
eski dönemlerdeki kadar olmasa da ötekileştirilebiliyor. Said örneğindeki gibi
doğudan göç etse de, adı her zaman doğulu kalıyor. Türkiye’de gözlemlediğim bir
oksidentalizm oluşturamıyor. Çünkü doğudan alınabilecek tek olgunun yemek
kültürü olduğunu düşünüyorum. Belki benim içinde doğuda yaşamadığım için ,
Said’e yapılan önyargıların kafamda oluşmuş Türkiye doğusudur.
Değinmek istediğim diğer bir
konu ise Türkiye üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılan Avrupa Birliği
“Oryantalizmi”dir. 1940’lı yıllardan beri süregelmiş sürekli AB’ye gireceğiz
iddiasıyla Türkiye’deki etnik, kültürel , siyasi ve ekonomik yapıya karışılan,
günümüzde de devam eden bir süreçtir.
Tüm güçlerin ( genellikle
ekonomik) birlikte olduğu düşünülen Avrupa Birliğinde kendi organizmalarını bir
bir Türkiye’ye uygulanmaktadır.
Bunlardan bir kaçı; siyasette demokrasi paketleri, ekonomide yenilenme
çabaları, etnik açıdan sürekli azınlıklara sağlanmaya çalışılan haklar hatta
dükkan tabelalarının indirilip yenilenmesi hatta ve hatta kokoreçin AB’ye
girdikten sonra kaldırılmasına karışılmaktadır.
Küreselleştirmenin getirdiği
yenilik ve yaptırımlarla sözde Avrupai bir ülke yaratılmaya
çalışılmaktadır.Avrupa Birliğine üye olduğumuzu varsaysak da gözlerinde hep
doğulu kalacağız. Tabi bu sadece bir varsayımdır. Nedeni ise ; saat 10’a kadar
içki satışının olması, kızlı erkekli aynı evde yaşanılamaması gibi durumlar
Avrupa Birliği kriterlerine ne kadar uygun olur bunu bilemeyiz, tartışılacak
bir konudur. Sonuç olarak etnik , kültürel bir olgu bir yana ekonomik ilişkiler
ülke çıkarları bu sürece karar verecektir. Bunlar birkaç sebeptir. Bunların
altında yatan gerçek isteklerde daha ağır bir sömürüye zemin hazırlamaktadır.
AB açısından bu süreci
değiştirmenin tek bir yolu vardır. Türkiye’nin AB’nin tüm küresel sömürülerine
ayak uydurmasıdır. Tam bir küresel sömürünün gerçekleşmesi için de “Ay
yıldızdan vazgeçmek” bir nevi islamiyeti çağrıştırdığı için, Egemenlikten vazgeçmek bir nevi “ Egemenlik
kayıtsız şartsız Avrupa Birliğinindir” düşüncesi yaratmak, Tüm hukuku Avrupa
Birliğine göre yaratmak. Daha ince düşünmek gerekirse de ; Ermeni Soykırımını
kabul ettirmek, Doğuda bir Kürt Özerk Devleti kurmadan AB’ye almamak, Güney
Doğuyu İsrail'e bırakmak denilebilir.
Kısaca AB’nin bu düşünceleri küreselleşen dünyada direk
olarak Türkiye’yi bölme uğraşlarını dile getirdiğini düşünebiliriz.
Oryantalizmle düşünürsek de; AB’nin gözünde Türkiye hep bir doğulu kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder